Tam 8 aileydik. Yaşları 1,5 ila 5,5 arasında değişen 8 çocuk. 8 baba ve 7 anne; toplamda 23 kişi! Aramızda daha önceden tanışmış olanlar vardı ama çoğumuz birbirimizi ilk defa görüyorduk. Ayça’nın teklifine “tamam” demiş, bavuluna evdeki bütün kalın kıyafetlerini doldurmuş, çocuklarına “kar” göstermek için Bolu’nun yolunu tutmuş 8 aile...
Osman Alpay’ın teklifini benimle paylaştığında, nedenini şimdi bile bilemediğim bir rahatlıkla “olur” demiştim. Soğuğu sevmememe ve geçen seneki “kar tatilimiz”in kötü geçmiş tüm günlerine rağmen. Belki de “bir ihtimal gidemeyecek olmak” şıkkının rahatlığı vardı kafamda? Ama bizim “olur”dan sonrası o kadar hızlı gelişti ki! Çok kısa bir süre sonra Ayça’dan bir mesaj geldi: ”Özgür’ler de geliyor.” Ve kısa süre sonra bir mesaj daha:“babakampagidelim”mi de de duyurayım mı bunu? “Neden olmasın, elbette!” dedim ve birkaç gün sonra beni şok eden yeni mesajı aldım; 8 aile olmuştuk!
İşte tam da bu an içimdeki kurtlar iş başına geçti. Havalar soğumaya başladıkça, en büyük kurt daha kuvvetli seslenmeye başladı kulağıma: “ya Zeynep hasta olursa!” En büyük korkum buydu galiba? Eylül-Ocak döneminin neredeyse tümünü hasta geçiren Zeyno daha yeni toparlamıştı ve ben yeniden hasta olmasını istemiyordum.
Diğer kurtlar da durmadı tabii: “Ayça’ları ve Özgür’leri tanıyorsun sorun yok ama ya diğerleri? Anlaşabilecek misin?”, “Çocuklar anlaşabilecekler mi acaba?”, “Ya Zeynep sıkılır ve daha önceki tatilde olduğu gibi dışarı adımını bile atmak istemezse”, “Kara-kışa uygun kıyafetlerin de yok, ne yapacaksın?”... Kırt kırt kırt...
Tüm kurtlara kafa tuttum bu kez. Alpay mesaj yollar yollamaz, vazgeçme ihtimalinin kapısını tamamen kapatmak için kalacak yer parasını havale ettim. Ve Zeynep’e de sürekli, Erin’lerle ve Sarı Zeynep’lerle 2 günlüğüne şehir dışına tatile gideceğimizi, orda onlardan başka 5 çocuk daha olacağını ve bol bol karla oynayabileceğini anlattım. O kadar heyecanlandı ki!
Belki de bu heyecandan, gözlerinden uyku akmasına rağmen, Cuma akşamı, her zamanki saatinde kolay kolay uykuya geçemedi Zeyno. Sonunda uykuya yenik düşünce, ben de açtım koca bavulu ortaya. Pantolonlar, kalın kazaklar, polarlar, kalın çoraplar ve bunların yedekleri... Zeyno’nun kalın kıyafetleri, bunların yedekleri ve yedeklerin yedekleri... Yedekli ayakkabılar... Ateşdüşürücü şurup, ateşölçer... Battaniye, çarşaf, kılıf...
Biz böyle bir deneyimi ilk kez yaşayacağımızdan, Ayça’nın gönderdiği mail üzerinden giderek ve tekrar tekrar kontrol ederek doldurdum koca bavulu. Epi topu 1 gece 2 gün kalacaktık ama kurtların da fısıltılarıyla bavul tıkabasa dolmuştu bile.
Sabah saat 7’de, Zeyno’nun kulağına “Haydi, gitme vakti!” demem yetti. Yataktan gayet uyanık fırladı, itirazsız kıyafetlerini giydi ve camın önünde beklemeye başladı.
Gidiş yolunda... Gülen yüzler...
1 saat sonra, şoför koltuğunda Alpay, ön koltukta Osman, arka koltukta soldan sağa Ayça, Erin, Zeyno, ben ve arkada tüm bagajı tepeleme dolduran eşyalarımızla yoldaydık...
Bir grup, Bolu’da Yurdaer Otel’de yedik öğle yemeğimizi. Diğer gruplarla haberleştik ve sonunda İstanbul’dan, İzmit’ten ve Ankara’dan gelen tüm arabalar, Seben girişinde buluştuk.
Sürekli “ama kar nerdeee?” diye sorup duran Zeyno’yla Erin’i “az kaldı, az kaldı” diye avutarak tırmanmaya başladık. Ve tırmandıkça anladık ki, ara ara ağaçların üstünde ve yol kenarında gördüğümüz karların dışında kar yoktu ortalıkta. Kalacağımız mevkiye ise bahar çoktan gelmiş; mor ve sarı çiçekler her yeri kaplamıştı...
Daha önce bu bölgeye, bu tarihlerde gelenler şaşkın, ben gayet mutlu mesut, daha odalara yerleşmeden daldık doğaya. Bir kısım büyük göl kenarına yürüyüşe, Alpay önderliğindeki çocuklar ve bizim de dahil olduğumuz birkaç ebeveyn keşfe. Sarı Zeynep, Kara Zeynep ve 3 oğlan çocuğu. Yaklaşık 1,5 saat boyunca mest oldular adeta. Köstebek yuvalarını takip ettiler, karınca yuvalarına baktılar, donmuş suların üstünde kaydılar, devrilmiş ağaçlarla ilgili yorum yaptılar, koca koca kütükleri kucaklayıp kaldırmaya çalıştılar, buldukları her kar öbeğini değerlendirip “Alpay Baba”ya kar attılar, temiz karların tadına baktılar... Suların içine batıp çıktılar, elleri donana kadar karı ellediler, zaman zaman ördek yavruları gibi Alpay’ın arkasına dizildiler, kuşları dinlediler...
Buz üstünde kaymaca... (Foto:Ayça Oğuş)
A-haa! Burda bi şey buldum!
"Alpay Baba" ve ördek yavruları
Eller donana kadar kar atmaya devam!
Acaba bu ağacı hep birlikte kaldırabilir miyiz? Biraz hareket etti geliba!
Ben Alpay’ın şifreli uyarılarıyla ellerimi çektim Zeyno’nun üstünden. Bir süre sonra rahatlayan ve kendine güveni gelen Zeyno da işin keyfini sürdü. İşte bu geziyi amacına tam anlamıyla ulaştıran da bu 1,5 saatti bence! Çok yaşa Alpay, emeğine, ayağına, yüreğine sağlık!
Gün batımına doğru tüm tayfa, şöninenin ve sobanın ateşiyle ısınan ortak yaşam alanındaydık. Anneler mutfakta bulgur pilavı ve haşlamanın başında, çocuklar şöminenin önünde, babalar onların yanında. Kısa sürede boydan boya kurulan masa donandı, herkes etrafında toplandı. Haşlamanın pişmesini bekleyemeyen çocuklar, mis gibi taze bulgur pilavını yoğurtla kaşıklayıp, bir güzel mideye indirdi.
Bizi ısıtan, ayakkabıları kurutan, her daim yanan şöminemiz (Foto:Ayça Oğuş)
Gece boyunca buradaydık. Yedik, içtik, sohbet ettik... Çocuklar koşturdu, boyama yaptı, oyun oynadı. Hem de bizi neredeyse hiç rahatsız etmeden, çekişmeden, didişmeden! Uykusu gelenler odalarına gitti, kalanlar Deniz’in hazırladığı sıcak şarabı yudumladı şömine başında. Bizim evin tayfası sohbete dalınca, iki Zeynep’le Barış şömine karşısındaki koltukları yatak yaptı kendine. Taa ki biz odalarımıza gidene kadar...
Asıl sürpriz ikinci gündü. Galiba 8 çocuğun dileği yukardakini harekete geçirmişti ki, biz uyurken, tüm gece yağan kar her yeri kaplamıştı. Üstelik kar lapa lapa yağmaya devam ediyordu. Uyanıp, odasının penceresinden dışarı bakan, çabucak hazırlanıp, dışarı fırladı. Çocuklar, kahvaltı hazırlanana kadar, evlerin önünde kartopu oynadı.
Kahvaltının ardından Alpay çocukları yine dışarı davet ediyordu. Biliyorum aklı ordaydı ama gözleri çakmak çakmak bakmaya başlayan ve “üşüyorummm, çok üşüyorumm” diyen Zeyno, kendinde dışarı çıkacak gücü bulamadı. Tam büyük kurt “Hah, sonunda olan oldu işte!” diyecekti ki kulağıma, gözüm sobanın üstündeki ıhlamura takıldı. Zencefil takviyeli ıhlamuru büyükçe bir bardağa doldurup, bir kaşık da bal ekledim içine. Şöminenin karşısında ayaklarını ısıtmaya çalışan Zeyno itirazsız içti. Ve bir saat içinde zımba gibi oldu!
Zeynep dayanışması
Kara Zeynep & Sarı Zeynep
Haşlamadan çorbaya dönüşen sıcacık yemeğimizden içtik birer tabak, eşyaları arabalara yükledik ve “hatıra fotoğrafı”nı çekip, dönüş yoluna geçtik. Biraz “kar”ı geride bırakıyor olmaktan, biraz yorgunluktan asıktı bu kez çocukların suratı. Yine de fazlaca arıza çıkarmadan tamamladılar yolu.
Bolu Aladağlar Hatırası Akşam eve girer girmez ilk işimiz Zeyno’nun banyosu oldu. Sıcak bir banyo yapan Zeyno, derin ve güzel bir uykuya daldı. Dün “Zeyno, gittiğimiz kampı sevdin mi?” diye sorduk, “Evet” dedi gülümseyerek. “Bir daha gidelim mi?” dedik, “evet” dedi. “Çadırda kalırız bu kez” dedik, heyecanla “evetttt” dedi. Sanırım ben de “evet” diyeceğim Alpay! Bahar için davetinizi bekliyoruz Ayça! Baba Kampa Gidelim mi? :)) Meraklananlara bir dip not: İlk gece akşam ayazında, dışarıda sadece külotlu çorabı ve polarıyla saatlerce oynayan, elleri donana kadar karı elleyen, suların içine bata çıka yürüyen, ikinci gün bir ara tükenen Zeyno hastalanmadı! Demek ki neymiş? Kış kampı hasta etmezmiş. İçinizdeki kurtlara duyurulur...
{phocagallery view=category|categoryid=10|limitstart=0|limitcount=0}