Özellikle güneye bakan bölgeyi seçmiştik ki en azından araçla ulaşımda sıkıntı olmasın ve öyle de oldu; rahatça en sevdiğimiz yaylalardan biri olan Delmece yaylasına ulaştık. Önce kampımızı yerleştirdik. İlk defa çadır kuracaklara çadır nasıl kurulur anlatıldı öğlen yemekleri atıştırıldı ve yine en sevdiğimiz rotalardan biri olan, kadim ağaçların olduğu orman yoluna doğru yürüyüşe çıktık. Bu rotada çok yaşlı en az 250 senelik ağaçlar var, biz Kampa Gidelim mi Baba ekibi ve çocukları olarak bu ağaçların altında uzanıp onları dinleyip enerjilerini paylaşıp, sarılıp ve de tırmanmayı çok seviyoruz.
Yürüyüşten sonra kamp alanında sert rüzgara rağmen senenin ilk kamp ateşini yaktık. Rüzgarın hızından odun yetiştirmek kolay olmadı tabii ki. Yemekler yenildi, çaylar demlendi ve çocukların en sevdiği bölüm olan gece yürüyüşüne geldi sıra ama rüzgar çok sert olduğu için yürüyüş yerini ateş başında ısınmaya bıraktı. Çocuklar durmadan odun kestiler, bol bol futbol oynadılar ve kamplara gelenlerin bildiği ve sevdiği bir oyun olan geleneksel yerden kaldırmama oyununu da ihmal etmediler.
Gecenin ilerleyen saatlerinde , çocuklar da uykuya çekildikten sonra hava duruldu , özlenen ateş başı sohbetleri başladı geç saatlere kadar konuştuk keyifle sabah bizi bekleyen süprizden habersiz uyku tulumlarımızın içine gitmeden önce.
Sabah önce yağmur yağıyor zannederek saat 6. 30 da gözlerimizi açtık vefekat onun yağmur değil de lapa lapa kar olduğunu anlamak çok kısa sürdü.
Sabaha karşı başlayan kar yağışı tüm çadırların ve yaylanın üzerini kapatmıştı. 23 Nisan çocuk bayramını hep beraber kar şaşkınlığı ile karşıladık bu sene. Hava iner yumuşar diye bekledik kahvaltıyı yaylada yapabilmek için ama tipi şekline dönmeye başlayınca kampı toplayıp dönüş yoluna geçtik. Normalde kahvaltıyı tabii ki kamp alanında yaparız ama bu seferlik yol üzerinde bir kahvaltıcıda verdik molamızı. Yol boyunca bahar çiçekleri açmış, dalları yeşermiş ağaçların üzerinde toplanmış kar kütlelerini!! (Evet aynen kütle kütle kar vardı ) seyretmek bahar ayında paha biçilemezdi hepimiz için.
Sonradan senenin bu döneminin metis ajandasına göre 20 nisanda başlayıp 6 gün süren , soğuk hava ve fırtına olan sitte-i sevir olduğunu öğrendik. Sitte-i sevir osmanlıca bir terimve güneş'in boğa burcunda bulunduğu nisan ayında fırtınaları ile meşhur altı günü ifade ediyormuş. Bu altı günde güneş, soğuk, rüzgar ve fırtına sık sık yer değiştirimiş ( biz de bunu yaşadık zaten haftasonu ;) ) Bu nedenle eskiler Boğa Soğuklarında zorda kalmadıkça dışarı çıkmazlarmış. Anadolu çiftçisi “Sitte sevir, her saati bir devir.”, denizcisi ise “Sitte-i sevür, kapıyı çevür.” aynı şekilde “Sitte-i sevir kütüğü devir.” (yakmak için odun değil koca kütük hazırla) sözleriyle de öğütte bulunurlarmış. Eskilerin bildiklerini göz ardı etmemek gerekiyor değil mi ? Sitte-i sevir i araştırırken şöyle de bir hikayeye rastladık:
_Alıntıdır:
“Kork aprilin beşinden öküzü ayırır eşinden.”
-Zamanın birinde köylü amcanın biri "nisan geldi artık hayvanları meralara salarım, samanı satar rahat ederim" demiş ve samanları satmış. Ama gel gelelim hesabı tutmamış. Nisan ayı çok soğuk geçmiş hayvanları ahırdan bile çıkaramamış. Verecek saman da kalmayınca tabi dişi süt verir faydası olur diye öküzü satıvermiş. Böylelikle kork nisanın beşinden öküzü ayırır eşinden sözünü söyletmiş.
Bundan sonrası önümüz bahar diye umud ediyoruz.
Ayça Oğuş