Kuzinede pişen yemekler, çay, ıhlamur, çorba… Hava ne kadar ılık olursa olsun mevsim yine de soba yakılmasını istiyordu. Hiçbir şey olmasa yemek yapmak için…
Çocuklar bu kamplarda özgür. Aynı köy çocukları gibi... Koşturuyorlar, oyun kuruyorlar, kendi yemeklerini kendileri alıp, kendileri yiyorlar, ateş yakıyorlar, hatta ceplerindeki hikâyeleri paylaşıyorlar bizimle.
Havanın ılık olması bir şey değiştirmedi yemek yeme performansımızda. Yemekler zehirsiz ve yerel ürünlerle yapılınca tadına doyum olmuyor ama karnınız nedense hemen doyuyor. Hücrelerimiz gerçekten besleniyor mu ne?!
Bu kampta da sorularımız vardı tabi ki bizi yönlendiren, yürüyüşlerimizin de rotasını belirleyen çeşmeler… Toprak canlı mıydı, kerpiç ev nasıl yapılırdı, yer altı suları neden yol değiştirirdi, tohumlarımız atalık mıydı? Kadim bilgilerin izlerini takip ettik yine…
Doya doya su içerken bir çeşmeden yalağında bir semender selamladı bizi. Doğa inatla yaşamına devam ediyordu, biz doğayla anlarımızı paylaşırken o da bizi ödüllendirdi minik bir semenderin selamıyla.
Keçileri sağma fırsatımız oldu bu sefer, buzağıların pembe burnuna da dokunabildik… Anlatılamaz bir deneyimdi çocuklarımız için…
Kıştan çaldığımız tatlı sonbahar günleri yaşadık. Ne kadar şanslı olduğumuzu cebimize koyup çantalarımızı yerli ürünlerimizle doldurup evlerimizin yolunu tuttuk tekrar.