Sadece aşağıdaki fotoğrafların açıklamasını yapayım. Her çadır sahibi çadırını tanıyabilmek için totemler yaptı. İnanılmaz yaratıcıydı her biri. İkinci gün aramızdan seçtiğimiz juri hepsini tek tek gezerek puanladı ve ilk 3 totemi seçti :) Aşağıda totemleri ve ilk 3'e girenleri göreceksiniz :)
Bu kampa giderken muşmula, kestane demiştik..mevsimin bize yaptığı büyük süprizi hiç birimiz unutmayacağız :)
Ben daha fazla anlatmak yerine anlatanlara sıramı bırakıyorum..
Tekrar teşekkürler..katılımınızla güzelleşen bu hafta sonunun tadı damağımızda..fotoğraflara baktıkça gülümsüyoruz.
Merhaba,
Kimilerinizi daha evvelden tanıma şansımız olmuştu. Kimilerinizi ise yeni tanıdık. Yüz kişi olmuşuz deyince açıkçası biz de biraz tereddüt ettik.
Güney’ le ilk kampımızdı. Ama her şey sorunsuz denilecek kadar güzeldi. İnsanların sükuneti, doğanın güzelliği, ateş başında sohbetin tadı, közde kahvenin mutluluğu, oksijenin ve tabii ki böğürtlenin itici gücü ile ha bir de gece yarısı okunan dualar sayesinde kuş gibi gittik kuş gibi döndük.
Güney mutlu, biz mutluyuz.
Ayça ve Alpay’a teşekkürler, sizlere teşekkürler...sağlıkla yine buluşabilmek dileği ile....
Güney &Zühal &Alper | Süpermen totemli çadır sakinleri
Bizim için “en”lerle dolu bir haftasonuydu. “En mis püfür öğle uykusu”, “en keyifli tarhana-bulgur”, “en eğlenceli bayır aşağı yuvarlanma”, “en sıcacık ateş başı”, “en dinç sabah uyanması”...
Anne babanın “en en en”i sabah uyanışı oldu. Ayağını attığın gibi tertemiz bir havaya uyanmak, güneşte ısınmak, yalakta yüzünü yıkamak, neşeyle kahvaltı etmek, ve sonra deli gibi top oynayıp koşturmak – hepsi harikaydı. Ben bir de gece vakti farklı çadırlardan gelen küçük seslere bayıldım, hepimiz o kadar aynıydık ki. Deniz’in “en”i ise “çadırda uyumak”mış, öyle dedi.
Bir de sabah ben gittikten sonra babası da sormuş “kampta en çok ne yapmayı sevdin?” diye, o da “anne bunu sordu, sen başka birşey sor” demişJ. Ha bir de dün akşam dedesine kampı anlatırken “çadırda uyuduk, top oynadık, bi de Ayça’ya bişiler sorduk” dedi...
Çok teşekkürler Ayça’cım, hem sana hem Alpay’a. Umarız sizi sorularımızla çok baymadıkJ. Biz çok çok çok keyif aldık, sanki hep bunu beklermişiz, yine kampagidelimmibaba aktivitesi olsun, yine gelelim!
Biranda
Özgür mesaj atıp hadi kampa dediğinde hiç düşünmedim evet dedim.İlk kamp deneyimimiz için Ada'da bende çok heycanlıydık. Kamp için çanta hazırladık kızımla, börekler, kekler hazır, evet yola düşme, doğayı kucaklama zamanı gelmişti. Özgür'ün vosvosla düştük yola; İzmitte diğer kamp arkadaşlarımızla buluştuk ve upuzun bir konvoy (galiba 25 araba) halinde menekşe yaylasına doğru sakin ama heycanlı bir yolculuk başladı. Bahçecik'de ekmeklerimizi almak için durduk.Konvoyun en başında olan aracımızdan inip fırına yürürken farkettim ne kadar uzun bir konvoy olduğumuzu :)
Tam buğday ekmeklerimizi de alıp yine düştük yollara.Yarım saatlik bir tırmanış veee Menekşedeyiz. Ne denir,nasıl tarif edilir bilemiyorum.Yeşil sarınca insanın etrafını başka hissediyormuş insan,hele çıkartıp ayakkabıyı çorabı basınca toprağa ohhhh (yazarken bile ferahladı içim). Çadırlar kuruldu,yiyecekler hazırlandı ve çocuklarla birlikte Alpay'ın refakatinde ormana, Ayı Winninin klübesini aramak için yürüyüşümüze başladık. Çocuklar önde biz arkada yürüyoruz ama aslında arkada olmak çokta işimize gelmiyor çünkü; Alpay'ın çocuklara anlattığı hikayeleri çok merak ediyoruz. Bir süre sonra mis gibi kekik kokuları doluyor genzimize, biraz yorulmuşuz, oturduk Denizle yamaçta hem ormanı hem gülen koşan çocuklarımızı seyrettik.
2,5 saatlik bir yürüyüşün ardından kamp alanımıza geri döndüğümüzde yorgun ama mutlu,huzurlu bir grup insandık işte. Meğer ne kolaymış doğayı dinlediğinde,kokladığında ve ona dokunduğunda mutlu olmak. Yavaş yavaş güneş battığında kalın kıyafetlerimizi giydik. Çocuklar keçi peşinde koşarken duyulan sadece kahkahalarıydı. Sıcak tarhana çorbamızı içtiğimizde artık uykusu gelen Ada ve Zeynep'i yatırmaya hazırdık.Uyudular.
Akşam olmuş, gece bize kalmıştı bize ve gökyüzünü saran yıldızlara.Kamp ateşi yakıldı. Sucuk ekmek ve çay zamanı...Gökyüzünü şehirden böyle görmek imkansız, yorgan gibi sarmış gökyüzünü yıldızlar ve bir ve iki ve üç yıldız kaydı. uykum geldi kızıma sarılıp uyuma zamanı.
Sabah erkenden kalktık, doğan güneşle ısındı hem yayla hem biz. Güzel bir kahvaltı ve tekrar yürüyüş zamanı. Ben gitmedim bu sefer ama Ada, Özgür ve Deniz'e emanet edildi. Bu kısmı anlatamam çünkü yürüyüşte yoktum ama 3 saatlik bir yürüyüşten döndü ekip. Çocuklar yine mutlu. Normalde bir çocuğu şehirde 3 saat yürütmek neredeyse imkansızdır.Sanırım bu işin sırrını Alpay biliyor. Onlar yürüyüşteyken ağaç altında sohbet ve ağır ateşte pişen türk kahvesini içerek bekledim yollarını.
Akşamüstü hazırdık dönmeye, malzemeler hazırdı da ruhumuz hazır mıydı bilmiyorum. Tadı damağımda kaldı Menevşe yaylası kampının, zamandan, hızla akan hayattan çalmıştık bu haftasonu. Ne iyi ettik; kendimiz ve çocuklarımız için.
Sibel Özkul
Çocuksuzken kamp yapma olayını sadece bir kere tecrübe etmis bir aile olarak, çocuklu katılacağımız kampların sayısının cok cok yüksek olacagını fark etmemizi sagladı bu hafta sonu tecrubesi. Acıkcasi cok kalabalık olacagını gordugumuzde endiselenmeden edemedik ama dogayı seven, cocuklarına da sevdirmeyi hedefleyen bu kadar cok insanın arasına karısma istegindende kendimizi alıkoyamadık.
İyi ki de gelmisiz, iyi ki vazgeçmemisiz. Tamam itiraf ediyorum, cuma akşamı tam 4 saat sürdü hazırlanmamız (çocuksuzken-1 saatti bu süre). Altı üstü 1 gece için bu kadar yorgunluğa değermi diye de düsünmedim değil. Ama sonuç 10 numara! Ortalıkta her yaştan koşuşturan ve sorgusuzca bir arada oyun oynayan, kaynaşan çocukları görmek, yürüyüşlerde her telden sohbet etmek çok ama çok keyifliydi. Bilirsiniz insanın çocuğu ortamdan keyif aldığında kendisi 2 kat keyifli olur. Bizde de aynen böyle oldu işte ve pazartesine hafif başladık.
O yüzden hepinize, tabii ki Ayça ile Alpay'a çok tesekkürler böyle bir organizayonu yüklendikleri için.
Bu arada özellikle Deniz’e oyun aracı olarak minibuslerini, sandalyelerini tahsis eden Özgür ve Deniz ablasına ayrıca çok teşekkür ederiz, ama unutmamalılar ki bu bir başlangıç, daha nice kamplara katılacağız ve şimdiden bir hedefimiz var, minibüsü ele geçirmek :)
Evrim ( Küçük sarı Deniz'in annesi- Cenk'in eşi )
Yazacak o kadar çok şey var ki, nereden başlaycağımı bilemedim. Kamp ocağında kaynayan su, açık havada içilen kahve, ormanın derinliklerini keşfetmenin hazzı, dalından toplanan böğürtlenler, sorgusuz sualsiz kaynaşan çocuklar, kamp çadırının içinde kendilerine oyun kuran yeni arkadaşlar, koyun sürüsünün çıngırağı, tavukların gıdaklaması, sonsuz karanlıkta yıldızların altında yudumlanan şarap, kamp ateşinin etrafında yapılan sohbetlerin mırıltısı, komşularımızın ikram ettiği kamp ateşinde patates ve mantar :) Hepsinin tadı damağımızda kaldı... Zorlukları yok muydu? Olmaz olur mu. Yürümek istemeyen, kendini kucakta taşıtan oğlanlar, geçirdiğimiz çakı kazası, morallerin bozulması, öğle uykusunu atlayan çocukların huzursuzluğu, yerini yadırgama, gece boyunca çocuklar üşüdü mü acaba diye kalkıp üstlerini örtme ve sabahın 06:15'inde 'Eve gideliiiim' naraları...kolay değil, ama çok keyifli. Çocuklar sevdi mi? Bilemiyorum. Çadıra bayıldılar.
Ama genel olarak kamp hayatı hakkında şimdilik pek konuşmamayı, sorduğum zaman konuyu değiştirmeyi tercih ediyorlar :) Galiba alışkanlıklarından biraz uzaklaşmak onlara henüz zor geliyor. Ben sevdim mi? Evet, evet, evet. Sabahın serinliğine uyanmak gibisi yok. Neredeyse bir hafta süren hazırlıklara (onu da unutmayayım, bunu da al, poğaça yap, vs. vs) ve dönüş için arabaya oturduğumda fark ettiğim yorgunluğuma değdi. Bu arada bilmediğim ne çok kasım varmış, hepsi çalışmış :) Eşim sevdi mi? Bu konu da biraz muğlak :) Çocukların yükü daha çok onun üzerinde olduğu için fiziksel ve ruhsal olarak benden daha çok yoruldu. Son olarak orman yürüyüşündeki yaratıcı liderliği ile oğullarımı yürümeye teşvik eden, kendi çocuğu gibi ellerinden tutup cesaretlendiren, çocuğum elini kestiğinde bile soğukkanlılığını koruyup bagajı neredeyse geri yüklemiş olan bizi kalmaya ikna eden Alpay'a, uykusunu alamamış oğlumu sabahın soğuğunda ısıttığı süt ile sakinleştiren, kendi oğlunun yiyeceğini bizimle paylaşan, bizi yüreklendiren Ayça'ya, oğullarıma abilik yapan, örnek olan Erin'e organizasyon ve bize yaşattıkları her şey için çok teşekkürler. Diğer ailelere de gösterdikleri uyum ve anlayış için sevgilerimizi iletiyoruz...en kısa zamanda bir başka kampta görüşmek üzere...
Ayça (Emre ve Can - 32 ay)
Yav ne güzle kamptı hala tadı damağımda diyerek başlamak istiyorum. Bizim açımızdan da nefis bir deneyim oldu.
Öğrencilik zamanlarında yapılmış bilinçsiz kamplar haricinde, gerçekten bir uyku tulumuna girmeden iyi bir kamp ateşi görmeden ömrümüzü geçirmişiz. Yıllardır içimde ukteydi, nihayet oldu diyebilirim.
Bizim ekip daha önce de birlikte tatile çıkmış, uyumlu bir ekiptir. Bizim dışımızdaki herkesin de uyumlu olduğunu görmekten çok mutlu olduk. İnsanların birbirini rahatsız etmemek için gösterdiği çaba, güleryüzlülük, yardımlaşma bence üst düzeydeydi.
Biz de kampa bir çokları gibi Karaköy’de hazırlandık.
Karaköy Namlı’da yapılan hazırlıklarda stratejimizi geliştirdik. Bir nevi büyüklere oyuncak malzemesi satan Adrenalin, Everest gibi yerleri tavaf ettik. Bilinçsiz olduğumuzun farkındaydık o yüzden çok masrafa girmedik, ama yine de uyku tulumlarımızı, kamp ocaklarımızı ve ufak tefek malzemelerimizi almıştık. Belli ki zamanla alacak çok malzeme var, mesela ben şişme yatak ve 3. bir uyku tulumunu şimdiden alışveriş listeme koydum.
Kampta ağaçların altında yatmaya, çaya, tarhanaya, sucuk ekmeğe, yıldızların altında geyik yapmaya, etrafı keşfetmeye, yürümeye ve çocuklarla güzel vakit geçirmeye ve Nusret Fatih Ali Han çalıp söylemeye (?) doyamadım.
Gülşah ve Irmak muhtemelen yanlış uyku tulumu seçimimiz yüzünden gece üşüdüler ve sonrasında biraz ilaç takviyesi yaptık. Bununla birlikte çabuk toparladılar (en azından Irmak) ve bu bizim için unutulmaz bir anı oldu.
Gerçekten bir şekilde hayatımızın bir yerinde kamp ortamınında olmasını çok istiyoruz. Şimdi iş yerimdeyim, bir kaç saatte bir dönüp dönüp fotoğraflara bakıyorum, kamp malzemesi seçiyorum ve hatta turuncu Transporter’a imrenerek, ufak bir camper’ın hayallerini kuruyorum.
Erhan, Gülşah’ın eşi, Irmak’ın babası
Ömer her sabah ilk is ''ne zaman cadir kuracagiz'' diye soruyor. hadi desek; cikacak yola, tirmanacak bir yaylaya, kuracak cadiri, alacak kizlari sagina soluna, bakacak sucugun, irmigin, corbanin tadina...ne guzeldi valla. ortaya atana, katilana, devamini getirecek herkese opucukler :)
uludaglar
Battaniye ve koltuk minderlerinden yapılma çadırımızda mutfaktan aşırdıklarımızla yaptığımız kampların üzerinden büyük zaman geçmiş. Bugün bakınca kendi çocuğumuz sanki doğuştan bir dürtüymüş gibi farklı koltukların minderlerinden aynı çadırları yapıyor. Bu gezi iki eski bir yeni çocuğun birlikte yeni bir deneyim ve başlangıç edinmesine sebep oldu.
Üniversite yıllarında üyesi olduğum Dağcılık Klübü ile belli tecrübelerim olmuştu, aradan geçen bunca yıldan sonra bu keyfi hatırlamak, ailece yaşamak, kadim dostlarımız Ergun ve Uludağ aileleri ile birlikte paylaşmak çok güzeldi. Sanıyorum üç ailede aynı duygularla ayrıldık, eksik olan malzemelerimizi tamamlayacak ve bir dahaki yolculuğu iple çekeceğiz.
Havasından mı suyundan mı bilmiyorum, o küçücük ocağın üzerinde tüm ekip yaptığımız tarhananın, irmik helvasının tadı hala damağımızda.
Emeği geçen, katılan, yardımını ve samimiyetini esirgemeyen herkese teşekkür ediyorum.
Erol&Yelda&Ada
Herhalde en çok teşekkürü benim etmem gerekiyor. Kampı pazar sabahı, çadırımızı dahi toplayamadan gitmek zorunda kaldık. Gittik ama aklımı ve de kabimi de orada, kampta bıraktım. Cümlem çok geyik oldu ama hakkaten aklım kaldı, tadı damağımda kaldı.
Tüm kamp ahalisi arasındaki en acemi en az hazırlıklız sanırım biz ve ekibimiz idi. Öyleki arabaya benzin bile almayı unutmuşuz :) Bize yatacak yer sağlayan, yedirip içiren herkese çook ama çook teşekkürler.
Söz gelecek sefere tam teşkilatlı olarak geleceğiz.
Ayşegül - Zeynep ve Ali'nin annesi. (Karadeniz fırtınası totemli )
Duru& Zeynep
Sarı Zeynep & Kara Zeynep
Orman sofrası... Dönüşte çadırlar toplandı, eşyalar arabalara yerleştirildi, toplu fotoğraf çektirildi, vedalaşıldı ve dönüş yoluna geçildi. Kırmızı yanaklar, ağrıyan ayaklar, uykulu gözler ve mutlu yüzlerle... Şaşkınım! Çadırda kalıp da mutsuz olmadığıma... Onca kalabalığın sorun yaratmadığına... Üstüne üstlük onca çocuğa rağmen gürültü ve kavga olmamasına... Çocukların (ki en küçüğü birkaç aylıktı ve yaşlar genelde 2-5 yaş arındaydı) gece ağlamamasına... Zeyno da şaşkın! Onun şaşkınlığı neden sadece 1 gece kaldığımız sorusuna yanıt bulamadığı için. Çadırı sevmiş, kampı sevmiş. 4 gün daha kalmak istiyormuş. Osman da, Zeyno’nun ve benim sorunsuzluğumuza şaşkın galiba? Bir de benim, internetten baktığı kamp malzemelerine ses çıkarmayışıma. Sonuçta ailece mutluyuz. Güzel geçeceğini biliyordum, Zeynep’in mutlu olacağını biliyordum. Hala çok uzun süreler kalmak için kendimi hazır hissetmesem de, birkaç gün çadırda kalmanın fena bir şey olmadığını düşünüyorum artık. Çocukla kamp yapmak da korkulacak bir şey değilmiş. Kural galiba yine aynı: Anne-baba ne kadar rahat, çocuk o kadar rahat! Teşekkürler Ayça, bu buluşmayı sağladığın için. Teşekkürler Alpay, bu konuda bana verdiğin güven ve sabrın için. Artık “çadır atmanın” ne demek olduğunun biliyorum, çadırın fermuarını sürekli kapalı tutmam gerektiğini, nasıl toplayacağımı (kurma için biraz daha zamana ve tecrübeye ihtiyacım var)... Ayaklarımı nasıl ısıtacağımı da öğrendim. Biz ailece bir dahaki kampa hazırız...
{phocagallery view=category|categoryid=12|limitstart=0|limitcount=0}