Yola çıktık gelen mailde belirlenen saat ve yerde buluşmak üzere.. Alpay'ın jipi var, kendi yok.. Yağmurun bulutu var, kendi yok.. Yok yok zaten yağmıycak..
Alpay çıktı bir çorbacıdan, katılımcı kalabalık bu sefer, Alpay ohoo bu ne ki diyor, en son kampta 80 kişiydik. Herkes keyifli.. Benimki kulağıma eğilmiş, bak gördün mü,
hava kötü olacakmış da, kaç kişi gelecekmiş de, gördün mü.. Gördüm tamam.. Sıcak bir kahveyle yola koyuluyoruz.. Menekşe yaylasına doğru.. Yol üzerinde tombul elli amcanın tombul ve lezzetli köftelerinden alıyoruz, biraz ekmek, peynir, herkes ne eksiği varsa alıyor durduğumuz yerde.. Süper, tamamız.. Yola çıkıyoruz, 14 araç saydım, biz en arkadan gidiyoruz.. Gidiyoruz gidiyoruz, doğa harika, yerlerde rengarenk yapraklar, üstümüzde buluşan ağaçlar.. Kartpostal içinde ilerliyoruz... Ama hava da bir yandan kapanıyor, karanlığa doğru gidiyoruz. Yağmur başlıyor, her şey daha da canlanıyor, sarı turuncu ağaçlar birazdan kalkıp yürüyecek gibi, yanlarından geçiyoruz. Geçiyoruz da, hava da bozuyor, yağmur hızlanıyor, ve yol bozuluyor. Artık asfalt yoldan çıkıyoruz, arabamızı yeni temizletmiştik, dün almıştık, bir senedir görüp göreceği en büyük temizliği bu patikada hallediyoruz...
Evde kocaman çoraplarla sıcak kahve sahneleri canlanıyor kafamda... Vee ilerde Alpay'ın araba dönüyor.. Yanımızdan geçerken açıklıyor; yol çok bozuk, çamur, kaygan bu arabalarla çıkmamız imkansız, kesin yolda kalırız diyor... Geri dönelim Veysel dayının yerinde takılır, yürüyüş yapar, sonra da duruma bakar, akşama belki döneriz diyor. Aklın yolu bir, yol kötü, bu havada çadır kursak da, içinde oturucaz... Anne çadır kurmuycaz mı? Kurmuycaz Ececim, hava çok kötü bak, simdi yürüyüşe gidiyoruz...
Karınlar acıkıyor, yolda bir piknik yerinde duruyoruz, sıcak çay, yemek, tanışma, kaynaşma... Soğuk bir günde sıcak bir çaydan daha kuvvetli yapıştırıcı var mı ki insanları kaynaştıran? Çocukların nerdeyse hepsi üstünü ıslatıyor hemen oracıkta. Bizimki kendini prenses zannettiği için yanımızdaydı çokça, kuruyuz. Sonra tekrar yola çıkıyoruz, manzara içindeyiz yine, hava güzelleşiyor mu ne? Bayağı eğimli yollardan iniyoruz, dik hatta.. Bunun çıkışı da var diyorum kendi kendime, nasıl olacak bugün, bu yağmurda..
Vardık Serindere'ye, küçük bir yemek ve ateş alanı var. Haydi diyor Alpay, ıslanıcaz, gelince yedeklerle degiştiricez. Çocuktur, yüzde yüz yıkanır. Yola çıkıyoruz, Alpay'ın hemen arkasındayız Ece'yle. Bizimki üç yaşında, gruptaki en küçük iki çocuktan biri. Dar ve hep yükselen bir patika. Çoğunlukla taşlık, yer yer toprak ve bitki kökleri. Eşim Ece'nin kolundan çekiştiriyor Alpay'ı takip edicez diye. Bizimki tatsız tabi, sürükleniyor, onunkinde değil, kendi ritmimizdeyiz. Alpay durumu görüyor, Ece'nin elini tutuyor, ve onun ritminde yürümeye baslıyoruz. Kendi dengesini kuruyor, elden destek alıyor sadece. Gördün mü diyor Alpay, işte böyle devam edin, çocuğun omzunu çıkarmaya çalışma! Anlaşıldı...
Biz onde devam ediyoruz, yağmur artıyor, artıyor... Hatta bir ara sağanak başlıyor. Islanıyoruz. Rüzgar ağaçları sarsıyor, ürkütücü bir hışırtı. Yolda bu ormanın en yaşlı ağacını, dedesini görüyoruz, kulakları dayayıp dinliyoruz. Islanıyoruz. Mantar aileleri yolun iki yanında. Islanıyoruz. Dallardaki su damlalarını içiyoruz, hakikaten lezzetliymis. Islanıyoruz. Biz hala öndeyiz, arkadan Alpay'ın sesi duyuluyor, ama anlamıyoruz, ne diyor? Hadi artık geri dönelim mi diyor? Hayır! Sizin yerinizde başka anne babalar olsaaa coktan dönmüştüüüü diyor, aslansınız, kaplansınııız! Anlaşıldı, gazı aldık, devam... Islanıyoruz. Ece çok sakin, etrafına bakınarak yürüyor, huysuzluk yok, üşüme yok.
Gevezeliğe devam. Yolda Meltem'in (havuççu teyze) havuçlarından bi tane alıyoruz, kemirip konuşarak tırmanmaya devam.. Ve yürüyüşümüzün en üst noktasına, şahin tepesine varıyoruz. Ama ne tepe; altımızda sis, yağmur ıslatıcı, rüzgar ısırıcı.. Haydi bakalım şimdi inişe geçelim.. Bana iniş daha zor geliyor böyle yerlerde, biraz da yorgunuz. Alpay taşlara değil toprak ve köklere basın, daha az kaygandır diyor. Ece yürüyüşün son 10 dakikasında bozuluyor, ağlamaya başlıyor, çok yoruldu artık, Alpay'ın deyişiyle; Çocuklarda ön korteks ince olduğundan verdiği tepkiler gayet normal. Sakinlemesini sağlamak lazım..
Neyse ben basıp gaza gidiyorum, beni gördükçe kucak istiyor çünkü, onlar babasıyla bitiriyorlar yürüyüşü..
Bu arada Alpay inerken bir yerde kayıp düşüyor, çocuklar bağırıyorlar: Başkan düştüüüüüü!! :)
Yürüyüşün sonu, alkışlar, aferinler, çocukların hepsinde mutluluk, yorgunluk :) Doğruca ates başına, çocukların üstünü değiştiriyoruz hemen. Kurular giyiliyor. Sonra doğru aksam yemeğini hazırlamaya... Bu arada çocuklar ateş başında ufak tefek atıştırıp oyunlar oynuyorlar. Bir tarhana grubu, bir ızgara. Herkes çantasında yemeklik ne varsa çıkarıyor, voltranı oluşturuyoruz. Üç koca tencere mis gibi tarhana, ve ye ye bitmeyen köfteler.. Tesekkürler Uğur, ızgaralar süperdi! Komün yaşam, yine güzel, yine güzel işte :)
Akşamki planımız nedir peki? Bir kaç araba gitmeye çalışmış, çıkamamışlar yokuşu, mecburen kalıyoruz, biz denemiyoruz bile. Gelmişiz bu kadar, temiz hava, süper köfte, Ece mutlu, koca mutlu, ben mutlu. Uyku vakti geldi mi birkaç anne alıyor çocukları içerdeki iki katlı eve gidip hikaye okuyorlar. Daha sonra tam 24 kişi uyuyoruz bu evde, çoğunluk çocuklar ve kadınlar. Diğer erkekler de mescitte :) Ama ne gece :) Sabah uyanıyoruz, hava serin, tertemiz, yoksa bugün yağmur yok mu :) Alpay çocuklarla kısa bir sabah yürüyüşüne çıkıyor, dün gece görünen domuzu bulmaya! Bize de bu vahşi avcılar gelene kadar kahvaltıyı hazırlama işini veriyor. Dünden kalan bulaşıklar imece usulü yıkanıyor. Sabah kahvaltısı için herkes yine çantasındakileri çıkartıyor, çocuklar için kocaman bir tavada, kocaman bir parça tereyağıyla, kocaman lezzetli bir yumurta yapıyor Mehmet. Süper kek, süper poğaçalar, börekler, dün geceden hikayeler, bugün neler yapacağımız, işte bizim sabah telaşımız.. Yemekten sonra pek çok aile ayrılıyor, dünkü macera yeter, fazlası bu bünyeye fazla, bi dahakine buluşmak üzere diyorlar.
Biz sayıyoruz, dört aile ve Alpay, pazar yürüyüşümüze çıkıyoruz. Güneş sonunda gülüyor!! Bugün de işin ikramiyesi oluyor. Nerdeyse 5-6 kmlik yolu böğürtlenleri takip ederek, kocaman sevimli salyangozları inceleyerek, su kaynaklarını görüp başında eğlenerek, değişik bitkileri tanımaya çalışarak bitiriyoruz. Yolun ortasından aşağıya doğru iniyoruz, şelaleye, ben nerdeyse yuvarlanıyorum.. Ama yolun sonu cennet, şelale süper, Ece vardığımız yerde bir taşın üzerinde dans ediyor mutluluktan. Sadece iki kere yorulduğunu söylüyor, ve yol boyunca çevredekilere dikkat ederek ve fark ederek, ve zevk alarak yürüyor.
Ve kızımı bir kere daha tanıyorum bu hafta sonu, o kadar da prenses değilmiş diyorum kendi kendime.. Ve benim hala bacak ve kollarım ağrıyor.. Eyy kamp! Çadırsız da güzeldin!
Ozge Kocer