Ekipman alınması gerekli; ki bu kısım maddi manevi yorucu. Hem ekipmanlar pahalı hem de en uygun alternatifleri bulmak için oldukça araştırma yapmak gerekiyor. Ekipman kiralama opsiyonu da mevcut ancak biz uzun vadeli düşündüğümüz için kendi ekipmanlarımızı edinmeyi tercih ettik.
Psikolojik olarak hazır olmak gerekli; özellikle daha önce doğada olmamış kişiler için bu kısım önemli çünkü hem zihinsel hem de fiziksel olarak konfor alanından çıkıyor olmak insanda tedirginlik yaratıyor. Eğer bunlara hazırlıklı değilsen kamp tecrüben tatsız sonuçlanıp ilk ve son tecrübe olabilir. Psikolojik hazırlık kapsamında bir anlamda kendinden gelişen bir durum söz konusu. Şehirden sıkılmak, bunalmak, doğal olana yaklaşma isteği, temiz hava özlemi, özgürlük hissi gibi etkenler yavaş yavaş psikolojik hazırlığı oluşturuyor. Bunun üzerine biraz makale okumak ve seni nelerin beklediği hakkında önceden bilgi sahibi olmak da bu süreci destekliyor.
Ekip arkadaşları gerekli; yukarıda bahsettiğim süreçleri tamamlamış olan ekip arkadaşları da olmazsa olmaz. Birbirine destek olacak bir ekip olarak bu maceraya atılmak gerekli ki yardımlaşma ile karşılaşılacak sorunların üstesinden rahatlıkla gelinebilsin. Bu noktada da “kampagidelimmibaba” devreye giriyor.
Kındıra yaylası kampı “kampagidelimmibaba” ile katıldığımız ilk kamp deneyimi. Kamp için kayıt yaptırmadan önce eşim Volkan’ı soru yağmuruna tutarak aklındaki tüm soru işaretlerini gidermeye çalışıyor. En büyük soru işaretimiz köpeğimiz Obur. Acaba civarda çoban köpekleri var mıdır? Anlaşabilir mi? Nerede yatacak? Çadırı yırtar mı? Arabada mı yatsa?... gibi gibi gibi. Sağolsun Volkan her türlü konuda içimizi rahatlatıyor ve eşim, kızım ve köpeğimiz yola çıkıyoruz.
İlk buluşma noktasından konvoy halinde kamp alanına ilerliyoruz-herkes peşinden gelen araçtan sorumlu. Yol virajlı ve dik tırmanışlar içeriyor. Son 7km ye kadar asfalt, sonrasında toprak ama düzgün. Son virajı döndüğünüzde sağda yavaş yavaş yayla evleri beliriyor ve bir anda karşınıza yaylanın geniş düzlüğü çıkıyor. İlk görev eşyaların indirilmesi, çadırların kurulması ve ardından hızlı bir öğle yemeği. Bizim menümüz ton balıklı makarna.
Yemek sonrası rotamız civar yaylalar. İlk durağımız Turnalık Yaylası. Bir kampagidelimmi baba klasiği olduğunu sonradan öğrendiğimiz gibi tüm çocuklar öncü, yetişkinler artçı ekipte. Tabi 3 yaşındaki kızımız öncülüğü uzun süre sürdüremediği için biz yürüyüşün büyük kısmını en arkadan takip ediyoruz. Ufak tefek sızlanmalar tabi ki oluyor ancak düzgün motivasyon çalışmaları ile yürüyüşün büyük kısmını kendi başına yürüyerek tamamlamayı başarıyor. Dönüş yolunda da biraz destek ile yürüyüşü sorunsuz olarak tamamlıyoruz. Sırasında evin kapısından otoparktaki arabaya yürümeye üşenen kızımızın toplam yürüyüş mesafesinin yaklaşık 4km’yi bulmasını şaşkınlıkla izliyoruz. Tüm yol boyunca köpeğimiz Obur hiçbir çamur ve su birikintisini atlamadan gruba eşlik ediyor. Belki de bu kampın en mutlusu özgürce dolaşmanın tadına doyan kendisi.
Yürüyüş sonrası herkes yemeklerini yemek üzere çadırlarına çekiliyor. Sonrasında da odun toplanıp ateş yakılıyor ve ateş etrafında keyifli bir sohbet başlıyor. Kızımız erkenden uykuya dalması nedeni ile ateş başında oynanan keyifli oyunlara dahil olamıyor ve gökyüzündeki yıldızların güzelliğini de görememiş oluyor.
Güzel bir uykunun ardından, açık alanda yapılan kamplarda tentenin önemini vurgulayan güneşli bir sabaha uyanıyoruz. Kahvaltımızı çadırımızın gölgesine sığınarak yapıyoruz ve sonrasında sabah yürüyüşüne hazırlanıyoruz. Bu sefer rotamız orman içinden ilerliyor. Yol boyunca değişik mantar çeşitlerini inceleme fırsatımız oluyor. Yolda bulduğumuz çileklerinin tadı inanılmaz, minicik boyutları ile karnınızı doyurmuyor ama çilek tadına doyuyorsunuz. Çilekleri ısırgan otları koruyor, ancak kızımız Ada bu sefer koruyuculara takılmadan çilekleri toplamayı başarıyor. İlk gün yürümek için motivasyona ihtiyaç duyan kızımız ikinci gün mola verdiğimiz anlarda bile “hadi, hadi” diyerek bizi tekrar hareketlendiriyor.
Yürüyüşümüzü tamamlayıp artık toparlanma ve dönüş hazırlıklarına başladığımız sırada yaylada ikamet eden yaşlı teyzenin kendi yaptığı ekmekleri bizlere ikram etmesi ile yorgunluğumuzu unutup çantalarımıza yerleştirdiğimiz peynirlerimizi tekrar çıkartıyor ve kısa bir ziyafet çekerek sonlandırıyoruz günü.
Dönüş yolu biraz yorucu ama huzurlu olarak geçiyor. Yol boyunca, bir sonraki kampımızı nerede yapacağımız ve nasıl hazırlanacağımızı konuşarak İstanbul’un puslu gri havasına dalıyoruz.
Alper Bilikser