Kamp demek planlı olmak ama plansız yaşamak demek, akışına bırakmak, doğanın getirdiği güzellikleri doya doya yaşamak. Profesyonel dünyadan çıkıp, içindeki çocuk ve kendi çocuğunla afacanlıklar yapmak, yorulmak ama her şeyden önemlisi keyif almak…
Bizim en büyük çekincemiz ailemizin büyümeyen çocuğu olan köpeğimiz Obur’du. Her ne kadar ilk kampımızda bir sıkıntı yaşamamış olsak da ihtimaller her zaman var… Ya etrafta çoban köpekleri olursa ya huzursuzluk yaşarsak, akşam nasıl yatacak, çadırı yırtar mı ? Bir sürü soru ile başladık yeni maceramıza… Acaba Obur gelmese mi dediğimiz yerlerde “hayır! Obur da gelecek” diye yükselen kızımın cümleleri ile çekirdek aile olarak yola çıktık…
İyi ki yapmışız!...
Sabah 09:30 da daha önce belirlenen buluşma noktasında buluştuk ve yaylaya doğru çıktık. Çıktıkça çıkan ve sanki hiç bitmeyecek gibi olan yolun sonunda gördüğümüz manzara harikaydı. Hava yaklaşık 15 dereceydi. Hemen ateşin nerede yanacağını öğrenip, ona göre çadırlarımızı kurmaya başladık. Obur da etrafta geziniyordu ki yayladaki köpekler bize “merhaba” demek için geldiler. Başta yaşanan tanışma ve biraz sesli üstünlük kurma çabaları, birkaç diş darbesi ile Obur’un tanışma faslı bitti. Biz de bu arada yemeklerimizi yiyip yürüyüş için hazırlandık. Genel yolumuz ormanın içinden geçecek şekilde planlanmıştı. Obur önde ama biz en arkada başladık yürüyüşe. 3 yaşında kızım beni şaşırtacak bir performans sergiliyordu. Hiç yorulmayacağım, Volkan abi’nin önünden gideceğim diyordu ? Yaklaşık 5 saat süren 6km inişli çıkışlı yol yürüdük. Sıklıkla mola verdik, molalarda enerji verici yiyecekler ile de kızımı motive ettik (örnek, kuru kayısı, meyve, vb). Kızım ilk kampımızda kucağa ara sıra çıksa da bu yürüyüşte bir kere bile kucağa gelmeden tamamladı parkuru.
Yolda zaman zaman diğer köpekler de eşlik ettiler bize. Etrafta değişik mantarlar, uzun ağaçlar, kuş sesleri, kurbağalar, inekler, bir sürü şey gördük. Herkes için keyif dolu bir yürüyüş yapıyorduk. Obur her bulduğu çamur birikintisine girip sürekli kirleniyordu. Sanırım en çok eğlenen yine kendisiydi. Yürüyüşümüze devem ederken bir anda kızımın “yanıyor, çok acıdı” diyen sesiyle irkildim. Kızım ilk ısırgan otu tecrübesini yaşamıştı. Eşimin ve Volkan abisinin onunla konuşması sayesinde sakinledi. Tabi ki bir sonraki otlardan geçerken biraz da çekingendi.
Döndükten sonra ateşimizi yaktık ve ateş başı sohbetinin keyfini çıkardık. Yaşça daha büyük çocuklar gece yürüyüşüne katıldılar. Kızım ise ateşin başında otururken kucağımda uyuyakaldı. Onu çadırımıza yatırdıktan sonra gece 01:00’e kadar süren arkadaş sohbetinin tadını çıkardık.
Sabah kalktık ve “kim maceralı yoldan gitmek ister?” sorusuna karşın “ben” diye sesi duyulan ilk kişi kızım olmuştu. Orman yolundan güzel bir yürüyüş yapıp, sığ nehir sularından geçtik. Yürüyüşe katılan yaşları daha büyük olan çocuklar nehirden geçerken ayakkabılarını çıkarıp çıplak ayak buz gibi suyun keyfini çıkardılar. Kızım, “ben de büyüyünce abiler gibi ayakkabılarımı çıkarıp suya gireceğim” deyip durdu. Bir ara ormanda domuz sesi duyduk, hafif bir tedirginlik olmadı dersem yalan söylemiş olurum. Dikkatlice sesin geldiği yerlere baktığımızda aslında sesi çıkaranın bir kuş olduğunu görüp derin bir nefes aldık. Çok keyifle geçen günümüzün ardından çadırlarımızı topladık. Pürenli Yaylası çadırlarımızı topladıktan sonra bize yağmur ile veda etti. Kızım, arabaya bindikten 10 dakika sonra uyumuştu. Obur’da benzer şekilde uyudu. Biz de yol boyunca kamplarda ne kadar eğlendiğimizden bahsedip, bir dahaki kampımızı nerede ve ne zaman yapacağımızı konuşarak evimize döndük.
Not: Obur çadırın bagaj kısmında yattı ve çadırı yırtmadı, sadece sabah fermuar kapalı olmasına rağmen Obur dışardaydı. Nasıl oldu biz de anlamadık ?
Doğada görüşmek dileğiyle…
Eda SÖZEL BİLİKSER