Kızımız Üzüm henüz iki buçuk aylık olmasına rağmen İnönü Yaylası kampını kaçırmayı, özellikle de Ardıç'ın kaçırmasını istemedik. Hemen hazırlıklara giriştik. Öncelikle kamp malzemelerimizi kontrol ettik, eksiğimiz yoktu. Sonra yiyecek hazırlıklarına giriştik. İşimizi kolaylaştırmak için kampta hazırlaması, yemesi ve yedirmesi kolay şeyleri tercih ettik. Menümüz şöyleydi sabah için ev yapımı poğaça, peynir ve zeytin; öğle yemeği için zeytinyağlı sarma; ve akşam yemeği için besleyici ve doyurucu bir çorba. Cuma akşamı bütün hazırlıklarımızı tamamladık ve malzemelerimizi arabaya yükledik.
Ertesi sabah saat 6 gibi uyandık. Hava henüz tam aydınlanmamıştı ve evin içi biraz serindi. Yatağında mışıl mışıl uyuyan Üzüm'e baktım. O kadar küçük görünüyordu ki bir an gidip gitmemek konusunda tereddüt ettim. Sonra doğada geçirdiğimiz her gecenin bizi nasıl mutlu ettiğini hatırladım. Üstelik Ardıç kampa gideceğiz diye çok heyecanlıydı, onu hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum. Son hazırlıklarımızı tamamladık; Ben Üzüm'ü kucakladım; Nadir fotoğraf makinesini ve yiyecek kutumuzu aldı; Ardıç ejderha ayakkabılarını giyip asansörü çağırmaya koştu. Dört kişilik ilk kamp maceramız başladı.
Diğer arkadaşlarla buluşup şırıl şırıl akan bir derenin kenarında kahvaltı molası verdiğimizde artık bütün tereddütlerimden kurtulmuş,doğanın, yeni insanlarla tanışmanın ve semaverde gelen çayın tadını çıkarıyordum. Ardıç elinde poğaça arkadaşlarıyla birlikte etrafta koşturuyor, Üzüm ise bir piknik masasının üzerine yerleştirdiğimiz araba koltuğunda hala uyuyordu.
Kamp alanımıza ulaştığımızda Üzüm araba koltuğundan kangurusuna geçti ve "mışıltısına" orada devam etti. Ardıç etrafımızı saran sisin içinde kayboldu. Nadir çadırımızı kurdu, matlarımızı, uyku tulumlarımızı açtı, kamp masamızı kurdu, kahvemizi hazırladı. Ben ise kucağımda Üzüm, mis gibi havayı kokladım; yanı başımızdan akan suyun sesini dinledim; kahvemi yudumladım.
Öğle yemeğinden sonra hep birlikte yürüyüşe çıktık. Yürüyüşten önce Alpay Bey bütün çocukları toplayıp onlara biz yetişkinlerin duymaması gereken bir sır verdi. Gece heyecandan geç uyuyan, sabahın köründe uyanan ve öğle uykusunu atlamış olan sevgili oğlum tüm arkadaşları gibi sırrın peşinden ormana daldı, çalıların arasına girdi, yokuşlar tırmandı ve iki saatlik yürüyüşümüzü hiç sızlanmadan tamamladı. Bize de ormanda rengarenk yaprakların üzerine basarak yürümenin keyfi düştü. Üzüm kangurusunda orman havasını içine çeke çeke uyudu.
Güneş battıktan sonra hava soğumaya başladı. Ardıç ve Nadir kamp ateşinin başına gittiler. Ben ise Üzüm'le birlikte çadırımıza girdim. Kanguru'dan çıkan Üzüm'ün biraz keyfi kaçsa da onu bir iki saat oyaladıktan sonra her zamanki saatinde uyutmayı başardım. Bir süre sonra yorgunluktan düşmek üzere olan Ardıç ve Nadir de geldiler. Ardıç tulumunun içine girdi ve ilk masaldan sonra uyudu. Üzüm gece boyunca evdeki uyku düzenini korudu. Gece termometrenin gösterdiği rakamlar çadırın içinde 0'a dışında -5'e kadar düştü ama çocukların yüzündeki huzurlu ifade değişmedi. Biz ise ancak güneş doğduğunda huzur bulabildik. Üzüm'ün vücut ısısını koruyup koruyamayacağından emin değildik , üzerinde kat kat battaniyeler vardı ve yüzüne doğru çekmesinden korkuyorduk vs. Bütün geceyi sürekli Üzüm'ün vücut ısısını kontrol ederek ve yüzündeki ifadeyi takip ederek geçirdik diyebilirim.
Neyse ki ertesi sabah ocak başında kamp arkadaşlarımızın ikram ettiği kahve ve muhabbet vardı. Çocuklar babaları eşliğinde kaya tırmanışları yaptılar. Minik kanguru gözlerini açıp kafasını saklandığı cepten ilk kez dışarı çıkardı, sonbaharın renklerini gördü.
Dönüş yolunda hem çocuklarımıza hem de kendimize doğada geçirilmiş bir hafta sonu armağan edebildiğimiz için huzur doluyduk. Ve tabi bize bu fırsatı sunan Alpay Bey'e minnettardık. Yeni maceralarda buluşmak üzere...
Müge Telci Özbek
{phocagallery view=category|categoryid=27|limitstart=0|limitcount=0}